25 Ocak 2009 Pazar

Mutlu Göç Yoktur

Mutlu Göç Yoktur
Mutlu göç yoktur diyor bir yazar ve ekliyor “her göç kişisel bir trajedidir; sonu iyi de bitse kaybetmenin, geride bırakmanın, eksilmenin öyküsüdür aynı zamanda...

Ali Onay, Cunda’lıların deyimiyle Bay Onay 15.01.1918 yılında Girit Resmo’da tüccar bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiş. Henüz altı yaşındayken bir gün kapıyı çalan inzibatlar hiç beklemedikleri haberi vermişler. “Topla
nın Türkiye’ye gidiyorsunuz” “Ben daha çocuktum bunun ne anlama geldiğini kısa bir süre sonra çok iyi anlayacaktım” Bizim evde ve arkadaşlarımın evlerinde büyük bir hareketlilik başladı. Eşyalarımızı topluyor. Bir kısmını denklere yerleştirirken bir kısmını da Rum dostlarımıza emanet ediyorduk. Bir gun mutlaka donup gelecektik. O zamana kadar teslim ettiklerimize göz kulak olmaları gerekiyordu”. Şimdi o günleri gözümün onunu getiriyorum da ne kadar masumane bir düşünceymiş. Oysa zamanla öğrenecektim sadece bizler değil Ege’nin her iki kıyısında yer alan ve bu mübadeleye dahil olan yaklaşık bir milyon yedi yüz bin insanın hepsi aynı duygularla hareket ediyordu. “Bir gün eve geri döneceğiz”

Sanırım Limana yanaşacak olan o gemiye, geri dönüşe ve eve kavuşmaya duyulan özlemdir Ege’nin her iki kıyısındaki insanları uzun yaşatan. Beklenen o gemi gelmese de umut hep vardır. Her iki kıyıda da evlerin pencereleri limanı ya da boğazı görecek şekilde inşa edilmiştir. Ola ki bir gün vapur gelirse görmek, koşup ta vapura yetişmek ve de eve dönmek için… Her pencere limana bakmıştır.

Vapur limana yanaştığında eşyalarımız maunalarla vapura taşındı. Hepsi tek tek kontrol edilmiş çok fazla bir şey almamıza izin verilmemişti. Ve ayrılık vakti geldiğinde Rum komşularımız, dostlarımız biraz çekingen ve ürkekçe olsa da hepsi limana bizi göndermeye gelmişlerdi. Kolaymıydı öyle çocukluk arkadaşından dostundan ayrılmak. Her sarılışta bir daha görmeceymiş hissi olsa da hepsi yüreğindeki umudu korumak için komşusunun kulağına usulca fısıldıyordu “emanetini merak etme sen gelene kadar gözüm gibi bakacağım” Gemi limandan ayrılmaya başladığında kıyıda kalan Niko’nun da gemideki Hasan’ında kalbinde hep aynı hüzün vardı. Ne Neden Niçinler de kendi payları olmasa da sonuçlarına kendilerinin katlanmak zorunda oldukları bir ayrılıktı bu… Evinden, yurdundan, dostundan, kimisi de yavuklusundan koparılışın isyanını bir yanardağ şiddetinde sessizce akıp giden gözyaşlarında yaşıyordu.

Biz Türkiye vapurunun ikinci seferi ile yola çıkmıştık. Yol boyunca hiç kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Gönlümüz yüreğimiz Ege’nin her iki kıyısı arasında gidip gidip geliyordu. Bir tarafta bıraktığımız evimizin topraklarımızın dostlarımızın hüznü diğer tarafta ise anavatanımıza kavuşmanın sevinci gözyaşlarımıza karışıp duruyordu.

Boğaz dar olduğu için ara vasıtalılarla çıkarıldık Cunda Adasına. Rıhtıma çıktığımızda Midilli ve Girit’ten bizden evvel gelenler davul ve zurnalarla karşıladılar. Gelenlerin hepsini hemen orada aşıladılar. Despotun sarayında on beş gün karantinada tutulduk. Karantina süresi bittikten sonra ellerimizdeki formüllere göre (Yunan hükümetince verilen mal beyanları) varlıksız ailelere kişi başına 35 ağaç zeytin varlıklı ailelere ise 20 şer ağaç zeytin bir ev ve birer buçuk dönümde tarla verildi.

Kolay olmadı alışmak çünkü oradan gelenlerin çoğu varlıklı ailelerdi ve burada ki ekonomik şartlara uyum sağlamaları çok zor oldu. Bazıları ise maalesef uyum sağlayamadılar.

Tam 81 yıldır bu evde yaşıyorum bundan birkaç yıl evvel Girit’e gittim. Çocukluk hayallerimde sakladığım her şey yerli yerinde duruyordu. Birbirimizi hatırlamasak ta kendi yaşımdaki arkadaşlarımı, doğduğum evi yürüdüğüm sokakları pencerelerimizi her şeyimiz bir yetişkin gözüyle görmek çok farklıydı benim için…

Ben 81 yıldır doğduğum yerden uzakta yaşıyorum. Burayı seviyorum çünkü burası benim ülkem ama bazen farkında olmadan da olsa pencereden acaba gemi geliyor mu diye baktığım zamanlarda olmuyor değil…

Oğuz Savaş Uysal
14.01.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder