17-21 Mayıs 2006 Memlekete (yani Urumeline) bir Seyahat:
2006 Mayıs Buluþmasında birlikte olduðumuz Sayın Erol Ussoy'un gezi
izlenimleri aşağıdadır. Gurubumuzun henüz üyesi olmadığı için benim
kanalımla sizlerle paylaşmak istedi.
Saygılar.
Sefer Güvenç
17-21 Mayýs 2006 Yunanistan Gezisi :
Uzun zamandır, atalarımızın topraklarını ziyaret etmek, ayrýca, oralara
Anadolu'dan giden Rumları tanımak için bir Yunanistan gezisi yapmak
istiyorduk. Annem Seniha Uzsoy 1915 Vodina doğumlu idi. Anneannemin
ailesi de Karaferye'li olup dedemle evlenerek Vodina'ya gelin gitmişti.
Eşim Nevin'in dedesi de Kayalar'lıydı. Çocukluğumda ve ilk gençliğimde
etrafımızdaki teyzeler, kuzenler arasýnda, hep Karaferye, Vodina
hikayeleri ile büyüdük. O zaman konuþulanlarý not etmediðime þimdi çok
hayýflanýyorum. Aklımdan kalan bölük pörçük bilgileri, hikayeleri şimdi
bir yerlere yazmaya çalýþýyorum.
Faaliyetlerini, takdir ve sevgi ile internetten takibettiðim Lozan
Mubadilleri Vakfının bu gezisine katýlmaya ilk ilan edildiði gün karar
vermiþtik. Gerekli iþlemleri tamamlayýp nihayet 17.Mayýs akþamý gezimize
baþladýk. İki otobüs dolusu 90 kiþilik bir toplulukla atalarýmýzýn 83
sene önce terketmek zorunda kaldýklarý topraklara yolculuðumuz baþladý.
Sýnýrdan ve gümrükden sorunsuz bir þekilde geçip sabah kahvaltýsý için
Ýskeçe yakýnlarýnda bir tesiste mola verdik. Etraftaki Yunanca yazýlar
olmasa kendimizi Türkiye'de sanmamamýz için bir neden yoktu. Menüdeki
kelle-paça ve iþkembe çorbasý hepimizi gecenin yol yorgunluðundan
çýkardý.
Lozan Mubadilleri Vakfýnýn yöneticilerinden sevgili Sefer Güvenç'in
gönüllü rehberliði ve açýklamalarý ile mübadele sýnýrý olan
Karasu(Nesos) ýrmaðýný geçip ilk mübadele köyüne girdik(Stavropolis
köyü-Yeniköy). Ondan sonraki yerlerde de göreceðimiz gibi, ilk
dikkatimizi çeken her tarafýn temizliði, çiçek dolu balkon ve bahçeler
ve çevrenin tenhalığıydı. O köyden olan dostlarýmýz atalarýnýn evlerini
ararken, biz geride kalan yolcular köy meydanýndaki çýnar aðaçlarýnýn
altýnda beklemeye, kimimiz de çevreyi dolaþmaya baþladý. Ýleriden aðýr
adýmlarla siyah cübbesi ve baþlýðý ile ak sakallý bir Ortodoks papazýn
yaklaþmakta olduðunu gördük. Papaz efendi yanýmýza gelince gayet düzgün
bir Türkçe ile; "Merhaba, hoþgeldiniz" dedi. Biraz da þaþýrarak Papaz
Efendinin etrafýný sardýk ve Türkçe konuþmaya baþladýk. Papaz efendi
isminin Sava Sarýoðlu olduðunu, 1926 da Yunanistan'da doðduðunu, ancak
anne-babasýnýn 1923 de Bafra'dan geldiðini anlattý. Gayet güzel Türkçe
konuþmasýnýn nedenini sorduðumuzda; "Annem-babam Yunanca bilmezlerdi,
ana dilleri Türkçe olduðu için evde de Türkçe konuþulurdu, Yunanca'yý
burada ve çok zor öðrendiler" dedi. Geziye katýlan İskender Özsoy
dostumuzun sorularý üzerine de; "Anne-babasýnýn Türk komþularý ile çok
iyi geçindiklerini, hiçbir ihtilaflarýnýn olmadýðýný, ölünceye kadar hep
memleketleri Bafra'nýn özlemi içinde olduklarýný, ancak, Topal Osman'ýn
Bafra ve çevresinde Rumlarý katlettiðini, bu sýrada Bafra'nýn eþrafýndan
Çakýroðlu Rahmi bey isimli bir zatýn anne-babasýný saklayarak
hayatlarýný kurtardýðýný, bu þahsý ölünceye kadar minnetle andýklarýný"
söyledi.(Not: işyeri komşum Yüksek inþaat Mühendisi 1927 doðumlu Ömer
Alaçam'a Bafra'lý olduðu için olayý anlattým ve Çakýroðlu Rahmi bey
isimli birisinin gerçekten o tarihlerde Bafra'da sözü geçen saygýn
birisi olarak yaþadýðýný doðrulattým). Sohbetin sonu gelmiyordu. Sefer
beyin "daha gezecek, görecek çok yerimiz var" uyarýsý üzerine
otobüslerimize binerek yolumuza devam ettik. Yol boyunca bakýmlý
tarlalar, gelinciklerle dolu kýrlar ve her yerdeki çiçekler açmýþ akasya
aðaçlarý en çok dikkatimizi çeken hususlardý. Bir de katýr týrnaklarýnýn
bolluðu ve boylarýnýn uzunluðu ülkemizdekilerden farklýydý.
Sýrayla; Kalos-Karacaköy, Polinesi-Lişa köylerine de uðradýktan sonra
Platenya-Kozlu köyünde Bursa Dereköy'lü Tanaş Çakır amcayla görüþtük.
Tanaþ amca Allah daha uzun ömür versin 101 yaþýnda, uzun boylu,
kasketli, bastonlu tipik bir Anadolu insaný idi. Doðduðu Bursa'ya baðlý
Dereköy'ü 17 yaþýnda býrakmak zorunda kalmýþ. Türkiye'yi çok iyi
hatýrlýyor ve çok iyi Türkçe konuþuyor. Tabii konuþtuðu Türkçe 1923 de
konuþulan Türkçe. Bu nedenle bazý kelimeleri anlayamýyor. Örneðin; okul,
uçak derseniz anlamýyor da, mektep, tayyare derseniz anlýyor. Bazý
dostlarýmýz bu anlayamamayý Tanaþ amcanýn Türkçesi'nin zayýflýðý
zannederek, Tanaþ amcanýn Yunanca konuþmasýný, yanýmýzdaki tercümanýmýz
Ýstanbullu Rita Hanýmýn de Türkçe'ye çevirmesini teklif edince Tanaþ
amcanýn kýzmasýný görmek lazýmdý;"Ne demek Urumca konuþayým da tercüme
edilsin, benim ana dilim Türkçe'dir be!". Tanaþ amca, Bursa'daki mutlu
günlerini, eþini 30 yýl önce kaybettiðini, Yunanistan'da karþýlaþtýklarý
güçlükleri anlatýrken inanýlmaz bir yaz yaðmuru bastýrdý ve
otobüslerimize binmek zorunda kaldýk.
Köy gezilerimizden sonra akþamüstü Selanik'e vardýk. Otelimiz Grand
Palace Hotel 5 yýldýzlý gerçekten mükemmel bir tesisti. Sefer bey, saat
21.00 de isteyen dostlarýmýzýn tur otobüsleri ile Selanik merkezine
götürüleceklerini, ancak þöförlerimiz istirahat edecekleri için geri
dönüþün münferiden taksi ile olacaðýný söyledi. Belirtildiði gibi saat
21.00 de bizleri alan otobüsümüz, Selanik'in Ýzmir'in kordon boyuna
benzeyen caddesinden geçerek Beyaz Kule'nin yanýnda indirdi. Eski adý
Vardar Caddesi olan ve Doğu Batý yönünde bütün Selanik'i kateden bu
caddenin, eskiden Vardar Kapı denen bu yerde bulunan, Balkan Bozgunu
ertesinde tek kurþun atmadan Yunanistan Krallığına'na teslim edilen
Selanik'e 29.Ekim.1912 günü bu kapýdan giren veliaht Konstantin'in at
üstündeki beyaz mermer heykelini de üzüntü ile seyrettik. Selanik
gerçekten İzmir'e çok benzeyen güzel bir þehir. Sahil boyundaki cafeler,
restoranlar Perþembe akþamý olmasýna raðmen dolu idi. Yunanlýlarýn yeme-
içmeden ve sohbetten büyük keyif aldýklarý görülüyordu.Biz de guruptan
arkadaþlarýmýzla gezdik, dolaþtýk, kafede oturduk ve saat 00.30
sularýnda taksi ile otelimize döndük. Bu arada taksi ücretinin
Ýstanbul'a göre çok ucuz olduðunu, taksilerin hepsinin de Mercedes,
Peugeot 406-407, Toyota Avensis gibi rahat ve güçlü modeller olduðunu
belirtmeliyim. Bir dikkatimizi çeken þey de taksi þöförünün istemeden
fiþ vermesi ve paraný üstünü de santimine kadar iade etmesi oldu.
Sabah oteldeki iyi bir kahvaltýdan sonra 9.00 da önce Mustafa Kemal
Atatürk'ün doðduðu eve ziyarete gittik. 19 Mayýs olduðu için evin ve
Türk Konsolosluðunun olduðu caddenin üstünde pek çok Türk plakalý otobüs
vardý. Yunan polisinin bütün cadde boyunca aldýðý sýký tedbirler de
hemen göze çarpýyordu. Ýçeriye yirmiþer kiþilik guruplar halinde girerek
ev ziyaretimizi tamamlayarak tekrar yola koyulduk. Bu defa hedefimiz
Vardar Ovası ve Kayalar bölgesi köyleri idi. Günün en ilginç olayý;
Trenle Selanik'e gelerek, gurubumuza, kiraladýklarý otomobil ile katýlan
97 yaþýndaki Adil amcanýn köyünü ziyaret oldu. Adil amca, yanýnda eþi,
oðlu ve kýzlarý ile o yaþýna raðmen bizimle birlikte dolaþtý. Sonunda
Adil amcanın köyü Kayalar'a bağlı Durutlar köyüne geldik. Otobüsümüz köy
meydanında durunca kahvede oturan yaşlýlarýn yanýna gittik. Adil amca 12
yaþýna kadar bu köyde yaþamýþtý. Bilindiði üzere, Anadolu'da bozulan
Yunan ordusu ile birlikte Yunanistan'a gelen Rum ahali Yunan yetkilileri
tarafýndan Türk ailelerin yanýna yerleþtirilmiþti. 6 ay kadar birlikte
ayný çatý altýnda yaþayan ailelerden Türkler mübadele anlaþmasýna göre
Türkiye'ye gidince, ev, ayný yerde kalmakta olan Rum aileye
býrakýlmýþtý. Adil amca da birlikte yaþadýklarý ailenin ismini
söyleyerek evini arýyordu. Kahvedeki ihtiyarlardan birisi bu ailenin
reisi olan (yanlýþ hatýrlamýyorsam) Dimitri'nin 12 yýl önce öldüðünü
söyledi. Eve götürüp götüremiyeceðini sorduðumuzda Adil Amcanýn
arabasýna binip 100 metre kadar ilerideki eve gittiler. Tabii Adil
amcanýn evi eski olduðu için yýkýlmýþ ve yerine tek katlý yeni bir ev
yapýlmýþ. Adil amca evde oturanlarla tercüman aracýlýðý ile konuþurken
bitiþikteki evden 45-50 yaþlarýnda siyah elbiseli bir haným gelerek
Rumca heyecanlý heyecanlý birþeyler anlatarak evine doðru gelmemizi
iþaret ediyordu. Tercümanýmýz Tanaþ bey hanýmýn bizi evine davet
ettiðini söyledi. 30-40 kiþi olduðumuzu, bu kadar insanýn rahatsýzlýk
verebileceðini, davetine teþekkür ettiðimizi söylediðimizi tercüme
etmesini rica ettik. Tanaþ bey, hanýmýn çok samimi olarak davet
ettiðini, kabul etmezsek ayýp olacaðýný söyleyince hep birlikte bitiþik
eve gittik. Bizi davet eden haným(Bayan Kleoniki Papadopulu) evin
verandasına sehpalar, sandalyeler çýkardý. Kaþla göz arasýnda sehpalarý
çikolatalarla,bisküvilerle, kuru pastalarla donattý. Eþi olduðunu tahmin
ettiðimiz ayný yaþlarda bir erkek ve bayan Kleoniki kucaklarýnda
soðutulmuþ kutu kolalar, gazozlar, sodalarla bize inanýlmaz bir ikramda
bulundular. Bir ara bayan Kleoniki içeriye koþup çerçeveli eski bir
fotoðraf getirdi. Siyah-beyaz, eskiden kalma olduðu belli olan
fotoðrafta, oturan biri erkek diðeri kadýn iki yaþlý ile kucaklarýnda da
11-12 yaþlarýnda bir kız çocuğu vardı. Tercüman aracýlýðý ile
büyükannesi ve büyükbabasý ile annesi olduðunu söyledi. O sýrada
yanýmýza gelen Adil amcayý bir koltuða oturttuk ve resmi gösterdik. Adil
amcaya resimdekileri tanýyýp tanýmadýðýný sorduk. "Tanýrým be yahu"
dedi. " Bu Mihail, bu da karısı topal Eleni. Komşu idik" (Kayılar hafızası işte bu!) Deyince.
Bayan Kleoniki ; "Evet büyükannemin ayağı sakattı, topal Eleni derlerdi" demez
mi! Adil amcanın çocukluğunun izlerini bulmuştuk.
Bayan Kleoniki devamla; "Büyükannemlerin anlattığı bir hikaye vardı.
Aynı evde (Lozan mubadelesinde önce Anadolu'daki Rumlar getirildiğinden) birlikte
Türk ailelerle yaşarken Türk ailenin çocuðu evde Panaya için sürekli
yanan kandilin fitilini parmağı ile sondürmüş. Bunun için ailesinden de
iyi bir azar işitmiş. Bu olay da bir daha da tekrarlanmamış" dedi.
Biz de Adil amcaya ; "Adil amca sen miydin o çocuk yoksa" dediğimizde., Adil
Amcanýn cevabý; "Yok yahu ben deðildim, ablamdý kandili söndüren". Bütün
gurup ve bayan Kleoniki hepimiz bu tanýþlýklara çok duygulandýk. Bu
arada tercümanýmýz Tanaþ bey vasýtasý ile bayan Kleoniki bir daha oraya
gelirsek kendi evinde kalmamýz gerektiðini, herkesi memnuniyetle misafir
edeceðini söylüyordu. Oradan inanýlmaz duygularla ayrýldýk.
Sonraki duraðýmýz Anatolio-İnelli köyü idi. Orada da Türkçe konuþan 90
yaþlarýndaki Manisa'nýn Koldere köyünden Niko Panatalides'le
karþýlaþtýk ve konuþtuk. Niko amca da çocukken terk ettiði Anadolu
topraklarýný özlemle anlattý. Benim doðum yerim de Manisa olduðu için
Niko amcaya hemþehri olduðumuzu söyledim.
Sonraki duraðýmýz Murallar köyü idi. Yine o köyden olan dostlarýmýz
atalarýnýn izlerini ararken biz de otobüsümüzün yakýnýnda dolaþýyorduk.
Tek katlý, bahçesinde bir siyam kedisinin dolaþtýðý çiçekler içinde bir
evin taþlýðýný yýkayan 45- 50 yaþlarýndaki bir erkeðe önce "merhaba",
Türkçe anlamadýðýný görünce de "kalimera" diye seslendik. Yarý iþaret
yarý Türkçe-Yunanca karýþým biz onun Trabzon'lu olduðunu o da bizim
Türkiye'den geldiðimizi anladýk. Eliyle beklememizi iþaret ederek
bahçedeki garajýnýn kapýsýný açtý ve elinde bir kemençe ile göründü.
Hepimiz buna tezahüratla karþýlýk vererek çalmasýný istedik.
Tercümanýmýz aracýlýðý ile kemençeyi çalmasýný bilmediðini, ancak
amatörce kemençe imal ettiðini öðrendik. Bu Anadolulu hemþerimiz de
yaptýðý kemençelerden birisini Karadenizli bir dostumuza hediye etti. O
sýrada evin kapýsýndan sert bakýþlý bir hanýmýn bize baktýðýný fark
ettik. Doðrusu biraz da endiþe ettik. Zira kemençeci arkadaþýmýzýn
garajýnýn duvarýnda Yunan bayraðý yapýþtýrýlmýþtý ve o gün de "Pontus
Günü" idi. Bahsettiðim haným yanýmýza geldi ve Türkçe olarak hoþ
geldiniz deyince buzlar çözüldü ve endiþemizin ne kadar yersiz olduðunu
anladýk. Ýsminin Sofiya olduðunu öðrendiðimiz haným çok güzel Türkçe
konuþuyordu ve Almanya'da çalýþýrken Türklerle dostluklar kurduðunu,
ailesinin de Trabzonlu olduðunu söyledi. Bayan Sofiya bir ara içeriye
gitti ve elinde kocaman bir çikolata kutusu ile döndü. Hepimize Çikolata
ikram etti. Bir dostumuz þeker hastasý olduðunu söyleyerek çikolata
almayýnca, Bn.Sofiya; "Sen pancar yiyeceksin o zaman, her akþam ye bir
þeyin kalmaz, dur ben sana getireyim " diyerek içeriye koþtu. Biraz
sonra elinde bir beyaz lahana ile döndü. Biz "aaa, bu lahana" deyince,
"Biz buna pancar deriz" dedi(Not: Karadenizli olan ve liseyi Ordu'da
okuyan Av. Semih Balcı dostuma olayý anlattýðýmda Ordu'da hala lahanaya
pancar dendiðini de doðrulatmýþ oldum). Bu arada bitiþikteki inþaat
malzemeleri satan bir dükkanýn sahibi bir gayretle içeriden bir pikap
getirdi kablolarý birbirine baðladý. Getirdiði Zeki Müren, Özay Gönlüm
plaklarý ile herkesi çoþturdu. Baþta Sefer bey gurubun bir kýsmý ile
kýsa bir süre halay çekildi, neþeli bir ortam doðdu. (Bu güzel olayý,
daha sonra ailesinin köyüne gitmekte gecikilen bir haným dostumuz
defalarca;"Luzumsuz yere vakit kaybedildi, halaylar çekildi" diyerek
olumsuz bir tavýrla eleþtiri konusu yaptý). Sofiya hanýmla da dostane
konuþmalardan sonra otobüsümüze bindik. Birazdan Bn.Sofiya'nýn koþarak
geldiðini gördük. Elinde, evinde yaptýðý iki adet büyük çöreði bir
kaðýda sarmýþ, yolda yersiniz diye otobüse getirmiþti. Kendisine yaþlý
gözlerle el sallayarak veda ettik.
O akþam kalacaðýmýz Vodina'ya doðru yola çýktýk. Karacaova bitip uzaktan
Vodina(Þimdiki Edessa) þelaleleri görününce, Sefer Bey; "Ýþte karþýnýzda
sular þehri Vodina" deyince, rahmetli sevgili anneciðimin doðduðu þehir
olan Vodina'da olmanýn heyecaný ile artýk gözyaþlarýmý tutamadým. Vodina
gerçekten çok güzel bir yer. Gürül gürül akan sularý. Asýrlýk çýnarlarý
ve yemyeþil ovasý ile gerçekten yaþanasý ve görülesi bir yer. "Hotel
Katarakte"(Þelale Oteli) isimli otelimiz Selanik'deki kadar lüks olmasa
da temiz ve rahattý. Gürül gürül akan tertemiz suyun yanýnda yediðimiz
Uzo'lu akþam yemeðimiz muhteþemdi. Yemekteki dostlarýmýz Bahar Ay ve
oðlu Tibet, Gültekin haným ve annesi, Bursalý Gazanfer bey ve sevgili
eþi ile yemek sohbeti gece saat 1.00 de bitince, hediyelik eþya satan
dükkanlarýn hepsinin kapandýðýný fark ettik. Neyse ki bir tanesi açýk
kalmýþtý. Hepimiz dükkana doluþtuk. Dükkanýn sahibi genç bir haným ve
iki arkadaþý bizimle hemen ilgilendiler. Alacaklarýmýzý aldýk. Parayý
öderken Türk olduðumuzu anladýlar. Türkçe bilmemelerine raðmen Ýngilizce
ve Fransýzca konuþarak gayet güzel anlaþtýk. Bize damacana ile evde
yapýlmýþ boðma raký ikram ettiler. Nefisti. Bu arada, genç hanýmlardan
birinin doktor olduðunu ve ailesinin Tokat-Zile'den geldiðini öðrendik.
Dostumuz Gazanfer bey de Tokat'lý olduðu için özel olarak ilgilendi ve
mükemmel Fransýzcasý ile doktor hanýmla konuþmaya baþladý. Doktor hanýma
hiç Türkiye'ye gelip gelmediðini sorduk. Ýstanbul'a gittiðini ama
Tokat'a gitmeye cesaret edemediðini söyledi.Tokat'la hala irtibatý olan
Gazanfer bey dostumuz, doktor hanýma kartýný verdi ve kendisini aramasý
halinde Tokat'taki ikametini sorunsuz temin edeceðini belirtti. Sanýrým,
doktor haným Gazanfer bey dostumuzu arayacak olursa Tokat'da ata
topraklarýnda unutulmaz bir gezi yapacaktýr.
O geceyi Vodina'da geçirdikten sonra oteldeki kahvaltýyý takiben köyleri
dolaþmaya baþladýk. Saroviç, Petres(Resniya), Uçana köylerini
ziyaretten sonra anneannemin memleketi olan Karaferye'ye(Veria) geldik.
Þehrin tepe kýsmýnda kalan eski Türk Mahallesine çýktýk. Eski evler
harabolmuþ vaziyette hala duruyordu. Ýçimizi burkan þey, etrafý tel
çitle çevrilmiþ, her tarafýndan otlar, aðaçlar çýkmýþ tarihi cami idi.
Kýrýk camlardan içeriye baktýðýmýzda, caminin içinin boþ olduðunu,
kubbesindeki arap harfleri ile yazýlý kitabelerin aynen durduðunu
gördük. Burada dikkatimi çeken bir þey, Türkiye'deki camilerden farklý
olarak kubbenin içinde ay yýldýz figürlerinin bulunmasý idi. Öðle yemeði
için yer ararken temiz görünümlü bir büfenin önünde eþimle; "burasý
düzgün bir yere benziyor, burada sandviç yiyelim" diye konuþurken
yanýmýzdan geçen ve konuþmalarýmýzý duyan yaþlý bir amca Türkçe;
"Ýyidir, iyidir, temizdir burasý, yiyin burada" deyince çok hoþumuza
gitti.
Karaferye'deki sürprizimiz ise; Sefer beyi önceden tanýyan, anne-babasý
Bursa'nýn Görükle köyünden Yorgo dostumuzla tanýþmamýz ve Yorgo
dostumuzun eliyle yaptýðý mermer parçalarýna yapýþtýrýlmýþ eski
Karaferye resimlerinin ikisini Karaferye'liyim diye bana hediye etmesi
idi.
Daha sonraki ziyaretimiz Yenice-i Vardar'a idi.
Burada Makedonya fatihi Evrenos beyin türbesinin Yunan Hükümeti ve mahalli idare iþbirliði ile
restore edilmekte olduðunu memnuniyetle gördük. Belediye görevlisi Eleni
haným gurubumuza bu konuda izahat verdi. Evrenos beyin türbesinin
yanýndaki ağaçların gölgesinde yemek yiyen ve Türkçe konuşan Roman aile
hepimizi neþelendirdi. Son duraðýmýz Langaza'da günün hoþluðu,Sefer
beyin yine önceden tanýdýðý, Edirne Havsa'lı Gagavuz Türkü Yorgo
Avcı'nýn bizi karþýlaması idi.Yorgo amca da Türk olduðu halde dini
Ortodoks olduðu için anne ve babasý ile birlikte mecburi göçe tabi
tutulmuþtu. Yorgo amca; "gelin size enteresan bir şey göstereyim"
diyerek önümüze düþtü. Ev gibi küçük bir yapýnýn önünde durduk.
Burasýnýn Anastaria isimli bir Ortodoks tarikatýnýn kilisesi olduðunu
söyledi. Yorgo amcanýn anlattýðýný göre, bu tarikat mensuplarý ertesi
gün(21.Mayýs) Yunanistan'ýn dört bir tarafýndan buraya geleceklermiþ.
Önce bir boða kurban edilecekmiþ. Daha sonra yakýlan meþe odunlarýnýn
korlarý üzerinde tarikat üyeleri ellerinde ikonalar ile yürüyeceklermiþ.
4-5 sene öncesine kadar kurbaný Yorgo amca kesermiþ. Yaþlandýðý için
artýk kesemiyormuþ. Kapýsý açýk olan küçük kilisenin içerisine
baktýðýmýzda içerideki kadýnlý erkekli 7-8 kiþinin ikonalarý ve kutsal
olduðu anlaþýlan örtüleri öpüp yerlerini deðiþtirdiklerini, iki
delikanlýnýn kemençe ile aðýr bir müzik icra ettiklerini gördük. Ýki
delikanlý da boyunlarýna asýlý bizim ramazan davuluna benzeyen davullarý
ile bekliyorlardý. Biraz sonra önce davulların birisi, daha sonra ikisi
birden ağır tempo ile çalmaya baþladı. Ýçerideki aðýr tütsü kokusu ile
garip müzik gerçekten çok etkileyici idi.. Ayin yapanlarý daha fazla
rahatsýz etmemek için oradan ayrýldýk.
Sonraki duraðýmýz Langaza'ya baðlý Atatürk'ün annesi Zübeyde hanýmýn
köyü idi. Burada oturduðumuz cafe bütün yorgunluðumuzu aldý.
Akþamüstü kalacaðýmýz Kavala'ya doðru yola çýktýk. Niyetimiz akþam
yemeðini Kavala'da sahilde keyifli bir þekilde yemekti. Ancak ,
gezimizin tek talihsizliðini bu yolculukta yaþadýk. Otobüsümüz otoyolda
aniden bozuldu. Biraz sonra Yunan Trafik polisi yanýmýza geldi, gayet
nazik bir ifade ile 400 metre ileride bir park yeri olduðunu, otobüs
hareket edebiliyorsa oraya gitmemizin iyi olacaðýný söyledi. Usta
þöförümüz otobüsü bu park yerine kadar götürmeyi baþardý. Burada hava
kararana kadar bekledik. Kavala'dan gelen baþka bir otobüsle gece
yarýsýna yakýn otelimize ulaþabildik. Kavala'daki Otelimiz Hotel Oceanos
da güzel ve temiz bir oteldi. Yol yorgunluðu ile hemen yattýk ve sabah
dinlenmiþ vaziyette þehri gezmeye çýktýk. Kavala deniz kýyýsýnda, çok
güzel, tarihi bir kent. Tarihimiz açýsýndan önemi; Osmanlýya kafa
tutmuþ, Mýsýr'a müstakil bir idare temin etmiþ olan Mýsýr Hidivi
Kavalalý Mehmet Ali Paþa'nýn memleketi olmasý . Limanýn yanýndaki
tepenin üstündeki eski Türk evleri ile Mehmet Ali Paþanýn konaðý,
külliyesi gayet bakýmlý bir þekilde duruyordu. Külliye Lüks bir otel
haline dönüþtürülmüþ. Konak ise açýk olmadýðý için içine giremedik. Yine
öðrendiðimize göre bu binalarýn mülkiyeti halen Mýsýr devletine aitmiþ.
Tepede, paþayý at üstünde kýlýcýný çekerken gösteren bronz heykel de
Mýsýr devleti tarafýndan yaptýrýlmýþ.
Biz oralarda dolaþýrken tepedeki küçük kilisedeki Pazar Ayini sona
ermiþti, ayine katýlanlar da tertemiz giysileri ile daðýlýyorlardý.
Birden yaþlý bir amcanýn bize doðru geldiðini ve Türkçe merhaba hoþ
geldiniz diye seslendiðini gördük. Yine Anadolu'lu bir memleketlimize
rastladýðýmýzý anlamýþtýk. Yanýmýza gelen amca gayet güzel bir Türkçe
ile konuþmaya baþladý. 1929 doðumlu olduðunu, anne babasýnýn
Afyonkarahisarlý olduðunu söyledi. Altý ay önce kaybettiði 50 yýllýk eþi
de Afyonlu imiþ.Anne-babasýnýn Türkçeden baþka dil bilmediklerini, evde
Türkçe konuþulduðu için kendisinin de güzel Türkçe konuþtuðunu,
Almanya'da çalýþýrken de Türklerle çok iyi anlaþtýðýný, ayný fabrikada
çalýþan Türk kadýnlara imal edilen otomobil eksozlarýnýn taþýnmasýnda
yardým ettiðini, Yunanlý kadýn iþçilerin;"Bize yardým etmiyorsun,
Türklere yardým ediyorsun" dediklerinde. "Onlar benim memleketlilerim"
diye cevap verdiðini anlattý. Karýsýnýn anne babasýnýn o zaman Afyon'da
yeni bir ev inþa ettirdiklerini, ama tam bu eve taþýnacaklarý gün kaçmak
zorunda kaldýklarýný, akýllarýnýn o evde kaldýðýný her zaman
anlattýklarýný söyledi. Ama gözlerimizin dolmasýna sebep olan,
boðazýmýza yumruk týkayan Stati amcanýn þu sözleri oldu; "Biz hep
biridik. Bizi buraya yolladýlar. Eyi mi oldu? Hiç eyi olmadý. Yüreðimiz
orada kaldý" demesi oldu. Oðlunun araba ile kendisini almasýný bekleyen
ve eþinin mezarýný ziyarete gidecek olan Stati amcayý, bindiði arabada
oðluna, gelinine ve torunlarýna da el sallayarak uðurladýk.
Gurubumuzun diðer yarýsý, gittiði Drama'dan dönünce dönüþ yolculuðu
baþladý. Bu defa gideceðimiz yer, bizleri bekleyen İskeçe'deki Türk
Derneði idi. 1-2 saat geciktiðimiz halde merdivenlere ve hazýrladýklara
salona sýralanan soydaþlarýmýz hepimizin ellerini tek tek sýkarak
bizleri buyur ettiler. Masalardaki nefis kurabiyeleri, 5 gündür hasret
kaldýðýmýz demli çaylarla yedik. Soydaþlarýmýzýn çocuk korosu hep
bildiðimiz türküleri þarkýlarý söyleyince hiç birimiz göz yaþlarýmýzý
tutamadýk. Soydaþlarýmýzýn bizlere gösterdikleri yakýnlýk ve onlarýn
oradaki anavatan hasretleri hepimizin içini burktu. Soydaþlarýmýzla
vedalaþýp ayrýldýktan sonra Yunanistan'daki son molamýzý ilk kahvaltý
ettiðimiz Ýskeçe yakýnýndaki tesiste vererek meþhur kurabiyelerden kutu
kutu aldýk. Gece yarýsý Ýpsala'dan Ülkemize girince 5 günlük dolu dolu
gezimizin hayalleri ile kah uyur kah uyanýk sabaha karþý Ýstanbul'a
vardýk.
S o n u ç olarak; Tahminlerimin çok üstünde doyurucu bir gezi oldu. Bu
gezide þüphesiz en büyük pay derin bilgisi ve sonsuz sabrý ile
gurubumuzun lideri Sevgili Dost Sefer Güvenç'in organizasyonu idi.
Guruptaki bazý olumsuz kiþilerin davranýþlarýný olgunlukla geçiþtirmeyi,
hiçbir þeye ve hiç kimseye sinirlenmemeyi baþardý. Kendisine, þahsen,
eþim, guruptaki arkadaþlarým adýna teþekkür ediyorum. Yeni gezilerde
yeniden buluþmak üzere..
Av.Erol Uzsoy
Bu grup, Lozan mübadilleri Vakfý ve Derneði tarafýndan
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder